Son günlerde Türkiye'de yaşanan bir cinayet davası, hem toplumda hem de medya dünyasında geniş yankı buldu. Sinem A., eski sevgilisi tarafından öldürüldü. Olay, Sinem’in aldığı uzaklaştırma kararına rağmen gerçekleşmesi nedeniyle gündeme oturdu. Bu durum, toplumsal cinsiyet şiddeti ve kadınların güvenliği konusunda önemli soruları yeniden gündeme getirdi.
Sinem, birkaç ay önce, eski sevgilisi olan E.M. tarafından tehdit ve şiddet gördüğü gerekçesiyle mahkemeye başvurarak bir uzaklaştırma kararı aldırmıştı. Ancak bu karar, ne yazık ki, kadının güvenliğini sağlamada yetersiz kaldı. Mahkeme, E.M.'ye belirli bir mesafeden Sinem’i rahatsız etmemesi talimatını verecek olmasına rağmen, bu tedbirler, failin cesaretini kırmak yerine daha da cüretkar hale gelmesine neden oldu. Sinem'in yaşadığı bu korku dolu süreç, Türkiye'de kadınların yaşadığı şiddet sorununu ve hukuk sisteminin bu konudaki yetersizliklerini gözler önüne seriyor.
Sinem’in son günlerde yaşadığı psikolojik baskılar ve tehditle başa çıkabilmek için yardım arayışında olduğu biliniyor. Durumunun kritik bir hale geldiğini fark eden Sinem, mahkeme kararı ile koruma altına alınmayı umut ediyordu. Ancak, E.M., Sinem’in belki de en savunmasız olduğu anları hedef alarak, onun evine dair önlemlerin yetersiz olduğunu düşünerek yasaları hiçe saydı. Balkondan tırmanarak eve girmesi, failin hem cesaretini hem de Sinem'in yaşadığı travma ve endişeyi gözler önüne seriyor.
Bu olay, yalnızca bir cinayet davası olmanın ötesine geçerek, kadınların toplumdaki konumunu ve maruz kaldıkları şiddeti yeniden sorgulatıyor. Türkiye'de kadın cinayetleri ve şiddet olayları son yıllarda artış gösterirken, hukuki tedbirlerin ne kadar etkili olduğu tartışma konusu haline geldi. Uzaklaştırma kararı gibi tedbirlerin, kadına yönelik şiddetin önlenmesinde yeterli olup olmadığı sorusu gündeme geliyor. E.M.'nin, Sinem’in evine girmesi, mahkemelerin verdiği kararların ne kadar etkisiz kaldığını gösteriyor
Ülkemizdeki hukuk sistemi, kadına yönelik şiddetle mücadele amacıyla bazı yollar geliştirmiş olsa da, bu yolların uygulanabilirliği ve ne denli caydırıcı olduğu hâlâ soru işaretleri taşımakta. Sinem'in yaşadığı olay, benzer durumdaki birçok kadının yaşadığı korku ve travmayı hayata geçiriyor. Her geçen gün artan bu tür vakalar, toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki sorunları ve hukukun bu konuda etkinliğini de sorgulatıyor.
Öte yandan, bu cinayet davası, medyada da geniş yer bulmakta. Gazetelerde ve sosyal medyada Sinem’in hikayesi, birçok kadın ve kadına yönelik şiddet karşıtı örgütlenmeler tarafından ele alınıyor. Cinayet ile sonuçlanan bu olay, toplumda bir vicdan muhasebesini de beraberinde getiriyor. Tüm bu gelişmeler ışığında, hukuka, adalete ve kadınların güvenliğine dair tekrar düşünmek, toplumsal bir zorunluluk haline geliyor. Kadınların hayatları üzerinde oynanan oyunların sona ermesi için topyekûn bir mücadele verilmesi gerektiği açıkça ortada.
Sonuç olarak, Sinem’in yaşadığı trajedi, pek çok kadının gerçeği haline gelirken, toplumun da bu konuda daha fazla duyarlılık göstermesinin gerektiğini ortaya koyuyor. Uzun vadeli çözümler geliştirmek, kadınların güvenliğini sağlamak ve hukukun bu konudaki etkinliğini artırmak için herkesin üzerine düşen sorumluluklar var. Kadın cinayetlerine karşı verilen savaşta hukuk, toplum ve medya iş birliği içinde hareket etmek zorunda. Sinem’in davası, yaşanan adaletsizlikler karşısında bir uyanış ve değişim talebi olarak hafızalara kazındı.